Anadolu Efes’in reklamı biliyorsunuz internet alemlerinde çok tuttu, çok izlendi. Hani şu Efes basketçileri klasik müzik konseri dinlerken salondakilerin ayağa fırlayıp
“kimseyi tanımadım ben, senden daha güzel…”
diye çığırmaya başladığı reklam. Bu “fırlama” olayı memlekette yeni bir moda yaratacakmış gibi gelir bana. Bakınız dün parti meclisinde AK Partililer kalkıp sayın Başbakanımızın doğum gününü hep bir ağızdan
“beraber yürüdük biz bu yollarda, beraber ıslandık yağan yağmurda…”
şarkısını söyleyerek kutladılar. Başbakan haklı olarak duygulandı, mütehassıs oldu.
Yeni Trend: Patlat Bi Şarkı
Stüdyo FM Artık NTV Radyo’da
Yemeyenin malını yerler. 34 sene 8 ay canlı yayınlanan bir radyo programına sahip olacaksın, dünyanın en uzun soluklu radyo programını yayınlayan kurum olarak Guinness rekorlar kitabına geçmene ramak kalacak, sen tutup o programı sonlandıracak, yapanlara da “yürü ense tıraşını görelim” diyeceksin. Feyslerden meyslerden hep uyardık, yapmayın etmeyin dedik, bak adamlar anons ediyor program bitti bitiyor diye yazdık, sakalımız yok ki, dinletemedik.
Koca Ses
Türk rock müziğinin Koca Ses’i Cem Karaca’yı ölüm yıldönümünde anan çok oldu sosyal medyada. Görüyorum ki her görüşten, her tıynetten insan Cem Karaca’ya saygı ve sevgiyle yaklaştı . Bu güzel birşey, galiba memleket sevgisi ortak paydasında buluşturuyor insanları rahmetli. Oysa sağlığında keskin uçların adamı olarak nitelenip sınıflandı.
Örovizyon Heyecanı Memleketi Sardı…
Desek, bundan 30-35 sene evveli için geçerli bir cümle kurmuş olurduk ama şimdilerde kimsenin Eurovision’u iplediği var mı, bilmiyorum. Ben hatırlıyorum, yarışmanın yapılacağı günlerde gazetelerde üç dört tam sayfanın bu muhabbete ayrıldığını, adayların tek tek tanıtıldığını, izleyicilerin aile içinde kendi puanlarını verip eğlenebilmeleri için büyük çizelgeler yayınlandığını filan.
Klişelerden Klişe Beğen!
Efenim, malumunuz yaklaşık 54 yıldır düzenlenen Eurovision Şarkı Yarışması’nın bu yılki finallerine katılamıyoruz. Okuduğum ve etrafımdaki işin ehli arkadaşlarımdan dinlediğim kadarıyla bu hayal kırıklığının nedenleri arasında ulusal eleme sisteminin kaldırılıp TRT’nin siparişle şarkı yaptırmasından, yanlış grup seçiminden, binlerce lira ödenen grubun benden yaşlı bir şarkıdan yüklü miktarda esinlenmesinden, ipe sapa gelmez sahne şovundan tutun da değişen oylama sistemine kadar pek çok faktör var. Doğrusunu söylemek gerekirse ben müzikten pek anlamam etmem, bu nedenle de burada Pekadam ve hele de Öteberi gibi müziğin piri iki hocam dururken ‘bir Eurovision şarkısı nasıl olmalı?’ diyerek ahkam kesemem. Bir de, itiraf etmek gerekirse yarı finalin olduğu güne kadar şarkıyı dinlemişliğim de yoktu. Meğer büyük balığı kaçırmışım!
Mübarek Oskarınız Kutlu Olsun
Yaktın Beni Bayro!
35 yıllık eğitim-öğretim/tedrisat hayatımda ne gariplikler gördüm, ne badireler atlattım, ama başıma böylesi hiç gelmemişti. Bu belayı hak edecek ne yaptım, suçum neydi? Sadece öğrencilere kısa bir belgesel çekin dedimdi. Gidip de mafyöze adamlari çekin, başınızı belaya sokun mu dedim? İntikam peşinde koşan muhallebi çocuklarını takip edin, başınıza iş açın mı dedim? Yok muydu etrafta çiçek, böcek, suya sabuna dokunmayan bir konu? Şimdi al başına belayı, ayıkla pirincin taşını!
Meğer Spartacus’un Tek Derdi Kadınmış!
Nadiren televizyon izleyebilen biriyim. Hayır, televizyon izlemeyi reddetmek gibi entelektüel bir duruşum olduğu için değil, gece gündüz çalışıyor olduğum için. Bu yüzden özellikle diziler ile ilgili tartışmaların dışında kalıyorum. Bloglarda ya da ekşisözlük gibi mecralarda ilginç bir şeyler yakalarsam bir şekilde DVD’lerini bulup izlemeye çalışıyorum. “Hung”la da böyle ilgi çekici bir yazı sonrasında tanışmıştım.
Burası Kanyon
Bu aralar “biz demiştik” mealindeki “entry”lerimiz çoğaldı gibi. Bakın bu tehlikeli gidiştir; insan böyle böyle kendini bir halt zannetmeye başlar, herşeyi ben bilirim, ben yaparım diye diye bağlamından kopar, şirazesinden çıkar. Ama söylemiştik işte, bu tür bağlamından kopuk arkadaşlar da üzerimize üzerimize gelmesin, her taşın altından çıkmasın diye. Mecbur muyuz sizin yapıntı “Nil Dünyanızı” çekmeye, cingıl tadında yaşadığınız hayatlara maruz kalmaya diye sormuştuk.
Yarışmaya Bi El Atın
İletişim öğrencilerinin ilgisini çekecek bir haberimiz var. Henüz kamuoyunda paylaşılmadı, biz acar gazeteciliğimiz ve derin ilişkilerimiz sayesinde öğrendik, duyuruyoruz. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, iletişim öğrencileri arasında bir yarışma düzenliyor: “AB Yolunda Genç İletişimciler Yarışması”. Yarışma Türkiye’nin AB üyeliği yolunda genç iletişimcileri katılımcı, sürece destek veren aktörler olarak görmek ve cesaretlendirmek gibi hayırlı bir amaca hizmet etmek istiyor. Çeşitli kategorilerde yarışacak eserlerin, AB’nin değerleri, AB’ye katılımın yararları, Türkiye’nin AB’ye kazandıracakları, mali ve ekonomik katkılar vb. gibi temaları işlemesi bekleniyor. Dört ana kategori var: TV, Radyo, Basılı Materyal ve Açık Hava Reklamı, Slogan.
Börek Sorunsalına Erkin Baba Açılımı
Sevgili ortağım Öteberi, aylar süren sessizliğini ortaya bir “Börek Sorunsalı” atarak bozdu. Nişantaşı’nın göbeğinde çoktandır kanayan bir yaraya parmak basması, bende sosyal meselelerimizi bir bir anlamametmem’in gündemine getirmek ve blogumuzu tekrar vurduğu yerden ses getiren bir mecra yapmak için dönüş yaptığı izlenimi uyandırdı. Hayırlısı olsun, bekliyorduk. Öteberi’nin börek sorunsalına ufak bir katkı yapmak isterim. Esasında benim değil de Erkin Baba’nın bir katkısı olacak bu.
Anlamametmem Altın Portakal’da
Okuru için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan anlamametmem, uzak muzak dinlemeden Antalya’ya gitti; Festivali yerinde izleyip size en doğru bilgiyi, en samimi izlenimi buracıktan sunuyor. Bizim Antalya’ya geldiğimizi duyan Ertuğrul Günay festivale katılmaktan vazgeçti; Emir Kusturica pılını pırtısını toplayıp toz oldu, biliyorsunuz. Ulusal ve uluslararası çapta şöhret ve saygınlığımız bu düzeydedir, bize güvenen okurlar sağolsun.
Yılın Şarkısı: Poşet
Anlamametmem olarak yaz rehavetini atıp yeşil sahalara dönmeye çalıştığımız şu günlerde, haftanın grubu, haftanın yemeği vb. geleneksel köşelerimize de okuyucudan gelen yoğun talep uyarınca yeniden başlamak, hatta haftanın veya mevsimin şarkısı gibi yenilikler de getirmek amacındayız. Biliyorsunuz bizde şarkılar mevsimlik hazırlanır, genelde de albüm yayımlama sezonu yaz başında açılır ki ahali yaz boyunca eller havaya yapabilsin. Bu yaz da albümler ardı ardına geldi, işte Tarkan, Sertap Erener, Hande Yener filan derken muhtelif şarkılar patladı, çatladı malum.
Haftanın Grubu: Bob Log III
Burada sık sık anlamametmem yazarlarının her türlü imkansızlıklara rağmen konserleri takip ettiklerini, konserleri kaçırmadıklarını, müzikle çok içli dışlı olduklarını yansıtan yazılar okumaktasınız. Özellikle pekadam ve öteberi’nin konser maceraları malumunuzdur. Yine dikkatinizden kaçmamıştır, takip edilen bu konserler genellikle bir zamanlar Theodor Adorno’nun “sokak müziği” diyerek küçümsediği oysa şimdi daha elit bir yerlerde yer alan Jazz müzik konserleridir. Hadi sadece Jazz ile sınırlandırmayalm, kısaca “hi-fi” müzik anlamametmem yazarlarının ilgi alanındadır diyelim.
Haftanın Grubu: Selmi Andak
Blogumuzu bir tür taziye mekanına çevirmek istemesek de bazen gidenlerin ardından bir iki satır karalamak zorunlu oluyor. Kişiye sessiz sedasız beslediğimiz sevgi ve saygının bir ifadesi olarak; bir de her gidenin bizden bir parça götürmesine tepki olarak, belki. Keşke bu tür anımsamalar yahut saygı duruşları o insanlar yaşarken yapılsa. Bir kaç gün evvel 89 yaşında ölen Selmi Andak bu bakımdan şanslı bir insan esasında.
The Stanley Clarke “Laylom” Band
Sevgili ortağım öteberi haftalar öncesinden yayına başladı: “Geliyor, gelmek üzere, geldi, ha bugün, ha yarın, belki yarından da yakın. Kankam, biladerim, ruh ikizim, velinimetim Stanley’im. Boylarına poslarına, perdeli perdesiz baslarına kurban olduğum, gökte ararken yerde bulduğum, kontrbasa yay çeken, elektroya slap vuran mübarek elleri öpülesi abim benim.” Ne Radikal’i kaldı, ne feysbuku, ne anlamametmem’i, verdi gazı, verdi gazı. “Arkeoloji müzesinin bahçesinde bir tarih yazılacak” buyurdu; “Stanley Clarke konserini izlemeyen tarih olacak” demeye getirdi. Bu kadar gaza, bu kadar gözdağına rağmen temkini elden bırakmadım, dedim hocam bak bulutlar toplaşıyor, bunlar bastan mastan anlamaz etmez, bas git desen gitmez, bi tatsızlık olmasın.
Haftanın Grubu: The Stanley Clarke Band
Bu haftaki grubumuz 8 Temmuz’da Caz Festivali kapsamında Arkeoloji Müzesi’nde sahne alacak olan The Stanley Clarke Band. Geçen hafta Radikal’in festival ekinde yayınlanan yazımı ve ardından grupla yapılan bir video-söyleşiyi yayınlıyoruz.
Festivalin Gediklisi: Stanley Clarke
Stanley Clarke, İstanbul Caz Festivali’nin abonesi oldu diyebiliriz sanırım. Festivalde onu önce George Duke’la izlemiştik. Geçen sene de, SMV projesiyle Marcus Miller ve Victor Wooten’la beraber gelmişti. 2007’de bir de Jazz Center’a uğramıştı festival kapsamı dışında. Bu sefer yanına genç Japon piyanist Hiromi’yi alarak geliyor. Onlara tuşlu çalgılarda Ruslan Sirota ve davulda Ronald Bruner Jr. eşlik edecek. “The Stanley Clarke Band”in piyasaya birkaç gün önce çıkan ve grupla aynı adı taşıyan albümünün tanıtım turnesinin kapsamında izleyeceğimiz bu konserin mekanı oldukça ilginç. Caz meraklılarının pek alışık olmadığı bir alanda, Topkapı Sarayı’nın hemen yanında yer alan İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin avlusunda grubu izlemek eminim konsere ayrı bir hava katacaktır.
Gecenin Grubu: Larry Graham & Graham Central Station
Biraz geç oldu ama güç olmasın dedik. Size Larry Graham’ı tanıtalım dedik. Neden geç? Çünkü birazdan saat 23:00’de Caz Festivali kapsamında kendisi ve grubu sahne alacak. Yer: İKSV’nın Şişhane’deki yeni binası.
Larry Graham, dünyanın en önemli basçılarından biri. Özelliği: Bas gitarın tellerine vurarak ve çekerek yapılan “slap” tarzı bas gitar çalmayı ilk uygulayan ve geliştiren şahsiyet.
Bihter’i nasıl bilirdiniz?
Pazar günü bir cenazedeydim. Bihter Ziyagil’i kaybettik. Kocası Adnan Ziyagil’in yeğeniyle yaşadığı aşk ortaya çıkınca yüzü kızarmıştı. Bu zamana kadar nasıl oldu da çatlamadıysa bir ar damarı olduğunu hatırlayıp canına kıymıştı Bihter. Biz de ona karşı son görevimizi yapalım dedik. Kardeşi Peyker ve annesi Firdevs Hanım da oradaydı. Hoca Efendi sordu: “Bihter’i nasıl bilirdiniz?” diye.
Digi bitti şimdi tekrar tivi!
Digitürk’ün en eski müşterilerinden biriyim. O sıralarda oturduğum yer ücra olduğu ve oralarda kablo neyin olmadığı için mecburen almıştım. Seneler boyu inişli, çıkışlı bir ilişkimiz oldu “digi”yle. Ara sıra kızdım, üyeliğimi dondurdum, ya da en düşük pakete geçtim. Bazen ayrılmak istedim, türlü numaralar ve kampanyalarla beni tekrar bağladılar. Ama bu son numaraları gerçekten sabrımı taşırdı.